turkedebiyatcisi
  Makale,Deneme,Sohbet,Fıkra,Eleştiri,Röportaj
 
1. MAKALE

 

Bu kelime Arapçada «söz, nutuk» anlamındaki «kavi» mastarından türetilmiştir. Yine kendi dilinde makale kelimesi» bir konu ile ilgili yazılmış şey» anlamında da kul­lanılmaktadır. Osmanlıcada da aynı anlamlarda kullanılmıştır. Terim olarak Türkçe Sözlük'te «(TDK, 1988)» bilim ve fen konularıyla, ekonomik, toplumsal ve siyasal konuları açık­layıcı, tanıtlayıcı (bir iddianın gerçeğini reddedilmeyecek bir kesinlikte delillerle gösterici) niteliği olan gazete veya dergi yazısı» şeklinde verilmiştir.

Makale, bilgi verme ve bir düşünceyi ispatlama amacıyla ya­zılır. Yazılış amaçlarına göre makaleleri sınıflayarak her türün özelliklerini kendi içinde kısaca belirtmek yerinde olacaktır.

Makaleleri yazılış amaçlarına göre kendi içinde üç gruba ayırmak mümkündür.
1. Periyodik Yayınlarda Yer Alan Makaleler: Bu ma­kaleler, daha çok güncel olaylara ilişkin yazılardır. Bunlarda günlük olaylar, olgular, sorunlar öznel bir tavırla değerlendirilir. Bu yazılar daha çok fıkra karakterindedir; ancak, bunlara ma­kale denilmesinin sebebi konuyu fıkraya göre daha ciddi bir an­latımla işlemeleri ve yine fıkraya göre daha ağır başlı bir dil kullanmalarından dolayıdır. Özellikle gazete ve dergiler gibi pe­riyodik yayınlarda «başmakale» adıyla yer alırlar. Bu yazılar anlatım yoluyla konuyu nesnel ölçülerde işlediklerini his­settirmeye çalışırlar. Bu makaleler, 400-500 kelime uzun-luğundadırlar.

2. Vulgarik Makaleler: «Vulgarizasyon: halka yayma, halk yayını» anlamındadır. Bu makalelerin konuları, yine basında yer alan ve toplumun geniş kesimini ilgilendiren günlük iç ve dış olaylar, çeşitli konularda bilgiler ve ha­berlerdir. Ancak bu makaleler genel olarak konunun uz­manları tarafından yazılırlar. Bu makalelerin amacı kamu oyunu aydınlatmak, eğitmek, öğretmektir. Bu makalelerde de bilgi dili kullanılır. Bunların uzunluğu 1000 kelime ci­varındadır.
3. Bilimsel Makaleler: Bunlar ya araştırma ve inceleme raporlarının özetleri veya doğrudan araştırma ve inceleme ya­zılarıdır. Bu makalelerin amacı, toplumsal; fizik, tabiat ve ma­tematik konularında bilinmeyen ve bilinmesi gerekli yönleri açıklığa kavuşturmak; bunları açıklamak, tasvir etmek, bu yönlerle ilgili olarak bir takım tahminlerde bulunmaktır. Bi­limsel makalelerde bilgiler, düşünceler, sağlam kaynaklara, delillere ve belgelere dayandırılır. Bu yüzden uzun zamanda yazılırlar. Yazarları da ilgili bilim dalının uzmanıdırlar. Bi­limsel makalelerin girişlerinde konunun amacı, önemi, sı­nırları tanıtılır, gerekirse konu ile ilgili terimlerin tanımları ve­rilir. Gelişme bölümünde konu çeşitli bulgularla açıklanır ve yorumlanır. Konu ile ilgili çözümlemeler ayrıntılarıyla su­nulur, sergilenir. Sonuç bölümünde de gelişme bölümünde ay­rıntılı olarak verilen bilgiler, bütünleştirilir, özetlenir, hüküm ve önerilerle belli bir sonuca bağlanır. Ayrıca kaynaklar da bu bölümde verilir. Bu makaleler de ileri sürülen bilgilerin nesnel sağlamlığı vardır. Anlatım yönünden de bu makaleler di­ğerlerinden farklıdır: Cümleler, açık, anlaşılır ve kesin an­lamlıdır. Anlatım dolaysızdır. Kelimeler yönünden terim an­lamlı kelimeler yoğundur. Bu makalelerin uzunluğu hakkında kesin bir rakam ve sayfa adedi belirtmek mümkün değildir. Yalnız giriş bölümünün bütün makale uzunluğunun % 25'i ge­lişme bölümünün 65'i ve sonuç bölümünün de 10'u kadar ol­ması gerektiği metodoloji kitaplarında tavsiye edilmiştir. Bun­dan başka bu makaleler 2000-2500 kelimelik uzunlukta olabilir.



2) DENEME
Deneme (essai) kavramını bir edebî tür olarak edebiyata Mon-taigne (1533-1592) kazandırmıştır. Edebiyat araştırmacıları bu ke­limenin ilk defa Mart 1571 'de kullanıldığını ileri sürmüşlerdir; ancak, sonradan gerek Grek, gerekse Lâtin düşünürlerinin bazı mektupları ve yazılan deneme türünden sayılmıştır.

Fransızcada da essai kelimesi essayer fiilinden tü­retilmiştir. Bu fiilin anlamı; «denemek», «sınamak», «altının gümüşün ayarına bakmak», «bir şeyin değerini tartmak», «bir şeyin ayarını bulmak için evirip çevirmektir». Dilimizde de de­nemek fiili; «bir şeyin gereken niteliği veya kabiliyeti taşıyıp taşımadığını anlamak için bir şeyi kullanmak veya bir kimseyi ileri sürmek», «bir şeyin niteliğini bir kimsenin bilgisini yok­lamak» anlamlarındadır. Nitekim, dilimizde edebî terim olarak deneme kelimesi kullanılmazdan önce essai terimi «kalem tec­rübesi» adıyla karşılanmıştır. Deneme kelimesi denemek fi­ilinden türetilmiş «kalıplaşmış bir isim»dir. Yeni bir edebiyat türünü, «deneme» anlamındadır.
Edebî bir terim olarak deneme; herhangi bir konuda, ya­zarın kişisel görüş ve düşüncelerini, içtenlikle kendisiyle tar­tıştığı, iddiasız, kesin hükümlere dayanmayan, sohbet diliyle ya­zılmış bir türdür.

Bu tanıma dayanarak deneme türünün özellikleri şu şekilde açıklanabilir.
Denemelerde konu sınırlaması yapılamaz: yalnız, de­nemelerde konular genellikle: sanat, kültür, ve felsefe alan­larıyla ilgilidir. Sanat kavramının içinde her türlü sanat olayı ve olgusu; kültür kavramının içinde de insanoğlunun hayata şekil vermesi ile ilgili olan bilgi, eğitim, hukuk, ahlâk, ge­lenek, görenek, din, devlet; üretim, tüketim, sağlık, insan, çevre ilişkileri gibi konular; felsefe kavramının içinde de in­sanı ve onun hayatını «sebepler», «amaçlar» ve «ilkeler» yön­lerinden ilgilendiren görüşler ve düşünceler vardır. Mutluluk, zevk, mantık konuları da felsefenin içinde düşünmelidir. Ancak denemeci ne bir düşünür, ne bir sanat, ne bir kültür, ne de bir bilim dalının uzmanıdır. O, dil ve düşünce ustasıdır. Konusunu işlerken; düşünceye önem verir, konusuna düşünce yoluyla yeni boyutlar kazandırmaya çalışır, bazı gerçekleri okuyucusu ile birlikte arar, konusuyla ilgili zıt ve çelişik fi­kirleri ortaya koyarak düşüncelerin gelişmesine, görüşlerin ge­nişlemesine yardım eder. Bütün bunları yaparken de dili bir kuyumcu titizliği ile kullanır.

Bu türün isim babası sayılan Montaigne'in De­nemelerinin (EYÜBOĞLU, 1976) konu başlıklarını gözden geçirmek; deneme konuları hakkındaki bilgileri kuv­vetlendirecektir: «kendimizi anlatmak», «hayat ve felsefe», «kanunlar», «bilgi ve düşünce», «yaşamak ve çalışmak», «ruh ve beden», «insan ve ötesi», «aşk», «dostluk», «yalnızlık», «çeviri», «insan tabiatı», «mutluluk», «ölüm», «vicdan», «kendimizi inceleme», «korku», «alışkanlıklar», «hayat ve bilim», «insanın istekleri», «söz özgürlüğü», «öfke», «doğruluk», «inanç», «bilgi», «eğitim» ... vb. Yine bu türün ünlülerinden BACON'un (1561-1626) Denemeleri (GÖK­TÜRK, (1982) ile ALAİN'in (1868-1951) Minerva veya Bil­gelik (YÖRÜKAN, 1971) adlı kitaplarının konu başlıkları da aşağı yukarı aynıdır: «ölüm», «mutsuzluk», «evlilik, bekârlık», «çekememezlik». «sevgi», «ataklık», «gezi», «ülke yönetimi», «öğüt», «kurnazlık», «dostluk», «kuşku», «zenginlik«, «talih», «gençlik», «güzellik», «çirkinlik», «görgü», «övgü»; «hüküm verme gücü», «olguları tespit etme sanatı», «sezgi», «hayal gücünü disipline sokmak», «cömertlik», «taassup», «uykusuzluk», «düşüncelerimize çeki düzen vermek», «öfkelenmek komedisi», «ahlâkın tuzakları», «iç hayatımız» ...vb. Günümüzde deneme kitapları; daha çok kültür, sanat, felsefe konularından yalnız bir tanesine dair ya­zılabilmektedir: «mutluluk üzerine denemeler», «edebiyat üze­rine denemeler», «dil hakkında denemeler»...vb. Bu konular bütün insanları ilgilendirir.
Özetle, denemelerin konusu, hayattır, insandır. Yalnız, denemeci hayata ve insana kendi yaşantısı (hayat tecrübesi) açısından bakar. Daha da ileri gidilerek denilebilir ki denemeci kendi bildiklerini, kendi inandıklarını, kendi zevklerini, kendi hatıralarını, kendi gözlemlerini konu edinir; ancak, bütün bunlardan, bütün insanlara ders verecek bir şe­kilde bahseder. Yaşadıklarından ve okuduklarından, ayık­ladıklarını uyumlu bir şekilde bütünleştirir. «Bir insanda bütün insanlığın hâlleri vardır» şeklinde düşünür; kendi ha­yatından insanların hayatına gider. Bu şekilde özel hâllerden genel hâllere ulaşır.
 

Denemecinin konusuna kendi yaşantısı açısından bak­ması, onu, çeşitli görüş açılarına göre değerlendirmesine mâni değildir. O, «Bu hayat nasıl yaşanabilir problemini çözmeye çalışırken» bütün görüş ve düşüncelere açıktır. Dogmatik de­ğildir. Yazar, konusunu değişik açılardan değerlendirmesine rağmen dokusal bir bütünlük meydana getirir.
Denemeci, konusuyla ilgili düşüncelerin nasıl geliştiğini adetâ okuyucusuna sezdirir ve onunla birlikte gerçeği arar. Böyle bir arayış, elbette konuya değişik yönlerden bakmayı icap ettirir. Denemeci konusunu adetâ kendi kendine tartışır. Onu değişik yönlerden değerlendirdiği için kesin ve peşin hü­kümlü değildir. Konuyla ilgili kişisel çözümlemelerini, se­viyeli bir şekilde yapar, yapmacıklığa ve iğretiliğe düşmez, iç­tendir.

Denemenin amacı okuyucuyu düşündürmektir. Denemeci, okuyucusunun düşüncelerini değiştirmeye çalışırken bir yandan da kendi düşüncelerini paylaşmasını ister. Ona bir çeşit «beyin jimnastiği» yaptırarak onun hayata bakış açısını genişletmeye çalışır.
Denemenin bir amacı da insanların hayatla ilgili «genel geçer» düşüncelerini değiştirmeye çalışmaktır. Bu tür aykırı dü­şüncelere paradoks denir. Meselâ, «dostluk» hemen herkesin değer verdiği bir kavramdır. Ancak, denemeci bu kavrama de­ğişik açıdan bakarak «her insanın dostunun şahsında kendi duy­gularını, kendi düşüncelerini sevdiğini» ileri sürebilir. Bunun gibi «ahlâk» da, toplumu ayakta tutan değerler manzumesidir. Ahlâklı olma, herkesin üzerinde birleşip anlaştığı davranış şek­lidir; ancak denemeci, ahlâksızlığın olmadığı yerde ahlâkî de­ğerlerin önemsiz olduğunu ileri sürerek konuya değişik açıdan yaklaşır. Böylece denemeci konuya yeni bir boyut kazandırır.

Denemenin dil ve anlatım yönünden özellikleri şu şekilde sıralanabilir: Denemede edebî dil kullanılır. Anlatım sohbet di­liyle olur. Yazar, düşüncelerini kendisiyle konuşuyor veya bi­risiyle dertleşiyor gibi anlatır. Bu bakımdan anlatımda heyecan cümleleri, yazarın kişiliğine has buluşlar, özgün ifadeler bu­lunur. Denemelerde bilgi aktarmaya yönelik türlerde olduğu gibi düz bir anlatım yoktur. Denemecinin kullandığı dil günlük konuşma dilidir; ancak bu dile yazar, kendi damgasını vurur.
Bir denemede sıralamaya çalıştığımız özelliklerden biri veya birkaçı veya hepsi birden bulunabilir.
3. SOHBET

Herhangi bir düşünceyi, konuyu; yazarın karşısında biri varmış gibi günlük, sıradan ve rahat bir dille anlattığı fikir yazılarıdır. Herhangi bir kanıt kaygısı yoktur. Yazının çerçevesini yazıyı yazanın fikirleri oluşturur. Bu yönüyle fıkra türüne çok benzerler. Dilindeki sadelik ve rahatlık yönünden de denemeyi andıran söyleşiler daha uzun soluklu yazılardır. Söyleşiler bazen röportaj ile de karıştırılırlar. Ancak aralarında çok temel bir fark vardır. Söyleşiler tek kişilik yazılardır. Oysa röportaj, bir uzmana ve bir de, röportajı yapacak kişiye ihtiyaç duyar.

Sohbet Yazı Türünün Özellikleri:

Sohbet yazılan düşünce yazılarıdır. Sohbetlerde de bir düşünce açıklanır, bilgi verilir. Sohbet yazarı ele aldığı konuda fazla derinleşmez, ileri sürdüğü görüşlerini kanıtlama yoluna gitmez, ancak sezdirmeye çalışır, Bu yönüy1e makaleden ayrılır. Sohbet yazarı kişisel görüşlerini özgürce ifâde edebilme özelliğini taşır. Başkalarının o konuda ne düşündükleri önemli değildir. Herkesin sevdiği bir şeyden berbat bir şey olarak söz edebilir.

Sohbet Yazı Türünün Konusu: Sohbetlerin çoğu günlük sanat olaylarını, genel konuları ele alır.

Sohbet Yazı Türünün Dili ve Anlatımı:

Bu türün dili yalın konuşma dili, anlatımı da konuşma havasında rahat ve samimidir.

Sohbet Yazı Türünün Plânı :

Diğer düşünce yazılarının planı sohbet yazı türü için de kullanılır. Giriş bölümünde ele alınacak konu tanıtılır. Gelişme bölümünde okuyucuyu sıkınadan konu açılır. Bu bölümde tanımlamalar, çözümlemeler, örneklemeler yapılır. Yazar kendi görüşlerini okuyucuya sezdirir. Sonuç bölümünde ise ulaşılan son karar bildirilir.
Sohbet türünün en önemli ismi Ahmet Râsim’dir.
4.FIKRA (Gazete Köşe Yazısı)

Arapçada, «omurga kemiklerinden her biri», «nadir, az rastlanan olay veya nesne», «kaside beyitlerinin en güzeli» an­lamlarındadır. Bu kelime dilimizde «anlam kaymasına uğ­rayarak» değişik anlamlar kazanmıştır. Bunları şöyle sı­ralayabiliriz: 1. Kanun maddelerinin paragraflarından her biri. 2. Paragraf. 3. Kısa, özlü anlatımı olan nükteli (ince anlamlı, düşündürücü ve sakalı) hikayecik veya masalcık. 4. Kısım, bölüm, fasıl 5. Yazılmış kısa haber.»


 

 

Anlatım türleri açısından fıkra, «gazetelerin ve dergilerin be­lirli sütunlarında genellikle gündelik konulara kısaca dokunup geçen veya gündelik konuları bir görüş ve düşünce etrafında yo­rumlayan çoğu zaman ciddi bazen de eğlendirici yazı türü»dür.
Fıkralar, konularını genellikle basın ve yayın organlarında yer alan, kamu oyunu yakından ilgilendiren günlük iç ve dış olaylardan ve haberlerden alırlar. Fıkralara konu olan prob­lemler, çok defa siyasî ve toplumsal problemlerdir.

Fıkra yazarları aktüel olayları ve haberleri kendi dünya görüşleri açısından değerlendirirler. Düşüncelerini ve öne­rilerini iddiacı bir anlatımla ileri sürerler. Fıkra yazarlarının amacı okuyucu kitlelerinin duygu ve düşüncelerini kendi gö­rüşleri doğrultusunda etkileyerek yerine göre değiştirerek kamu oyu yaratmaktır. Tek kelime ile fıkra yazıları özneldir. Bu ba­kımdan özellikle bilginin değeri yönünden fıkralarda ileri sü­rülen fikirler sağlam değildir; üzerinden zaman geçtikçe öne­mini ve değerini kaybeder.
Fıkralarda konular derinlemesine işlenmez. Buna ne gazete sütunları elverir ne de yazarın konusunu birçok boyutlarıyla araştıracak vakti vardır. Bu yüzden fıkralarda ileri sürülen fi­kirlerin ve bilgilerin doğruluk dereceleri her zaman tartışılabilir. Yazıda boyutlu olarak geliştirilip ispatlanmadığından iddiaların bilimsel değerleri zayıftır; ancak, yine de zaman zaman makale, hatta deneme özellikleri taşıyan fıkralar bulunabilir. Son za­manlarda fıkra yazarlığı yeni bir boyut kazanmıştır. Fıkracılar belli konularda yazıyorlar.

Fıkralar geniş okuyucu kitlelerine seslendiklerinden günlük konuşma diliyle yazılırlar. Bu dil özensizdir. Anlatımda he­yecan cümleleri, devrik cümleler fazladır. Bundan başka «deyim, mecaz bolluğu» vardır.
Sonuç olarak; fıkralar, hem yazar hem de okuyucu yön­lerinden güdümlü bu yüzden de bilimsel değeri zayıf olan ve sohbet diliyle yazılan gazete yazılarıdır.

5) ELEŞTİRİ

 

Eleştiri«bir insanı, bir eseri, bir konuyu, doğru ve yanlış yanlarını göstermek amacıyla inceleme işi»dir. Gün­lük hayatta bu anlamda kullanılan eleştiri terimi yerine kom­pozisyon kitaplarının çoğunda «eleştirme» kelimesi kul­lanılmaktadır. Bu bakımdan önce bu iki kelime arasındaki anlam farkını belirtmekte fayda vardır. Eleştirme, «bir sanat eserini meydana getiren öğelerin düzenleniş ve işleniş şe­killerini inceleyerek, onun değerli ve değersiz yönlerini gös­teren, bu yolla da eseri açıklayarak onun daha doğru an­laşılmasını sağlayan çalışma» şeklinde tanımlanabilir. Eleştiri de işte bu eleştirme çabası sonunda meydana gelen bir yazı tü­rüdür. Bu iki kelime arasındaki fark, «yapma» kelimesi ile «yapı» kelimesi arasındaki farka benzer. Sonuç olarak bizce daha doğru adlandırma olması bakımımdan «eleştiri» terimini tercih etmek ve kullanmak uygun olacaktır.

Eleştiri terimi de değişik bakış açılarına göre ta­nımlanabilir. Bu çeşitlilik onu değişik yönlerden görmekten kaynaklanmaktadır.

Eleştirinin amaçları maddeler halinde şu şekilde sı­ralanabilir:
 

1. Sanat eserini inceleme, tanıtıma, değerlendirme;
2. Sanat eserinin ve sanatçımın gerçek değerini ortaya
koyma ve gösterme;

3. Eserin okurlar tarafından daha doğru ve iyi anlaşılmasını sağlama;
4. Sanatçıyı daha iyisini yapmaya sevk etme;

5. Genç sanatçılara yön verme, onlara ışık tutma;
6. Toplumun sanat zevkini yükseltme;

7. Okuyucu ile yazar arasında sağlıklı bağ kurulmasına yar­dımcı olma;
8. Eserin sanat tarihi içindeki yerini ve değerini belirtme.
Eleştirinin İlke ve Nitelikleri

Fikir ve sanat ürünleri için kesin değer ölçüleri verilemez. Ancak iyi bir eleştirinin ilkeleri ve nitelikleri belirtilebilir.
Bugün eleştirinin herkesçe kabul edilen genel ilkelerini şöylece sıralamak mümkündür: Eleştiri herşeyden önce esere dayalı ve metodik olmalıdır. Eleştirme çalışmaları belirli bir metoda göre yapılır. Metotlu olmayan eleştiri sağlıklı değildir. Eleştirilen eser bütün yönleriyle dikkate alınmalı, verilen değer hükümleri, görecelikten tamamen kurtulmak mümkün olmasa bile sağlam sebeplere dayandırılmalıdır. Eleştirici yazarın ne demek istediğini iyi anlamalı ve bunu ifade etmedeki başarısını açık seçik bir biçimde ortaya koyabilmelidir. Ayrıca, eserde herkesin bir anda fark edemeyeceği güzelliklere ve özelliklere işaret edebilmeli, öte yandan yazar ve okur için isabetli yön­lendirmelerde bulunabilmelidir. Eleştiride kullanılan dil ise «bilim dili» veya «bilgi dili» olmalıdır. Sonuç olarak eleştiri ya da eleştirici, sanatçının başarılı veya başarısız olmasının de­ğerini iyi biçmelidir.

Tabiî bütün bunları yapabilmek için bir eleştiricinin sezme, kavrama ve ifade etme gücü yüksek olmalıdır. Yine konu ile il­gili teorik bilgi ve teorik aydınlığa sahip olması bir eleştiriciden beklenen en önemli şeyler arasındadır.


Eleştiri Çeşitleri
Edebî bir tür olarak eleştiri on altıncı yüzyıldan beri var­lığını sürdürmektedir. Bu yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar her alandaki değişmelere ve gelişmelere paralel olarak değişik eleş­tiri metotları geliştirilmiştir. Yüzyıllar ilerledikçe daha sağlıklı, daha gerçekçi daha güçlü eleştiri metotları bulunmuştur. Bugün eleştiri, yalnız tarih, filoloji, felsefe, ilahiyat gibi bilim dallarına değil: ruh, toplum ve dil bilimlerine, ekonomi, matematik hatta istatistik gibi bilim dallarına dayanmaktadır. Eleştiriciler bu bilim dallarının verilerinden yararlanma zorunluluğunu his­setmektedirler. Bilimsel, teorik ve hatta teknik gelişmeler eleş­tiri türüne yansımakta; yeni bilgi ve bulguların ışığında edebiyat eserlerini değerlendirme de yeni boyutlar, yeni kimlikler ka­zanmaktadır. Günümüzde bilgisayarların eleştiricilikte kul­lanılmasının, ona yeni görüş ve anlayışlar kazandıracağı ke­sindir. Edebî eserlerin aydınlatmasında, yargılanmasında bugün sentetik metotlara başvurulmaktadır.

Eleştirilerde akıl yürütme yollarından; analiz, sentez, tüm­den gelim, tüme varım, karşılaştırma gibi metotlardan ya­rarlanılması kaçınılmazdır. Müspet bilimlerde kullanılan ve yine onlar tarafından geliştirilen metotların eleştiri de kul­lanılması eleştirinin sistematik olma zorunluluğundan kay­naklanmaktadır. Nihayet eleştiri yapan da bilgi üretiminde bu­lunuyor; onun insan zihninin çalışma yollarına dayanması müspet ve toplumsal bilimlerin metotlarından faydalanması tabiîdir.
Bir eserin eleştirisi yapılırken nesnel ve öznel kelimeleri metot ve eleştiri çeşidi anlamlarında kullanılır. Bunlar, «estetik değer ölçüleri» ile ilgilidir. Duruş ve tavır bildirirler, «hoşlanma, sevme, beğenme, güzel veya çirkin, iyi veya kötü bulma» gibi hükümler ve eğilimler bu tutumların çağrıştırdığı duygusal, bilgisel ve davranışsal kavramlardır. Eğer eleştirici esere kendi dünya görüşü, kendi duygu ve düşünceleri, zevkleri ve tercihleri açısından, kendine göre bakarsa esere karşı öznel tavır takınmış olur. «Öznel» kelimesinin sözlük anlamı «özneye ilişkin» dir. Nesne (obje, olay, konu)yi «özne»de oluşan düşüncelere göre değerlendirmedir. Özne, (suje, kimse; eleştirici) nesneyi (sanat eseri) kendi tercih ve takdirine göre tamamen keyfî tartar. Nesnel kelimesinin mecazi anlamı «gerçeğe var­mak amacıyla taraf tutmadan, inceleme yaparak hüküm verme»dir. Bu tür eleştiriler «nesnenin gerçekliğinin gü­dümünde» dirler. Eleştiriye yazarın kişisel duyguları karışmaz, hüküm eseri inceleme sonunda elde edilecek bilgilere göre ve­rilir. Ancak ortada yine incelemeyi yapan «özne» nin rolü var­dır.

Bu açıklamalardan sonra, ise «özne»nin karışmadığı hiç bir eleştirinin bulunamayacağı söylenebilir. Bütün eleştiriler «öznel»dir gibi bir sonuca varılabilir. Ancak, günlük hayatta otel, lokanta gibi iş yerlerinin bulgur, pirinç, çay gibi yiyecek ve içecek maddelerinin çeşitli bakımlardan sınıflandırıldıklarını; bu işi yapanların belli ölçülere, ölçütlere başvurduklarını biliriz. Bir sanat eserini değerlendirirken de bazı nesnel ölçütlerin bulunması mümkündür. Nesnelliği ve öz­nelliği mantıkî terimlerle tayin etmenin güçlüğüne işaret ederek, konuyu sanat felsefecilerine bırakıyoruz.
İnsan hayatının sınırlı olması dolayısıyla; insanın zihnî ye­teneği, edebiyat ve sanat tecrübesi de sınırlıdır. Bir insanın her gün bütün dünyada on binlercesi yayınlanan edebî eserleri ne okuyacak zamanı ne de imkânı vardır. İnsan hayatını zen­ginleştiren, insanı ahlâkî yönden yükselten, ona kendisini ta­nımasını ve aşmasını, onun toplumsallaşmasını inandırarak ve sevdirerek öğreten, bize insan olmamızın hazzını tattıran ve bu­rada sayılamayacak daha pek çok erdemleri bulunan edebiyat ve sanat eserlerinden vazgeçilmeyeceğine göre, zorunlu olarak eleştiriye başvurulacaktır. Yalnız sanat dallarında değil, felsefe ve bilim dallarında da insanların değerliyi değersizden ayıracak kılavuzlara ihtiyacı vardır. İnsanoğlunun eleştiricinin sayesinde bilimin, sanatın ve felsefenin değişme, gelişme ve tarihine dair bilgisi artar, «tercihleri nesnel sebeplere» dayanır, zevki şe­killenir. Sonuç olarak, okuyucuya değişik bakış açıları ka­zandırarak eser karşısındaki yaşantısını zenginleştiren, oku­yucunun birden fark ellemeyeceği eserin öğeleri arasındaki organik ilişkileri kavramaya yardımcı olan, eserdeki yenilikleri gösterebilen, eserin kıymetini, önemini, ortaya koyduğu ye­nilikleri anlatabilen, gerektiğinde eserin eksikliklerini tamamlayabilen tavır, nesnel tavrın ölçütleridir.

Bu açıklamalardan sonra eleştiri çeşitlerine geçilebilir. Eleştiriler çeşitli bakımlardan sınıflanabilirler. Burada «konu» ve «metot» bakımından eleştiriler üzerinde durulacak hak­larında kısa bilgiler verilecektir.
Konularına göre eleştiriler üç ana başlık altında top­lanabilir:

1. Sanat eserlerini ve sanatçıları inceleyenler,
2. Bilim eserlerini ve bilginleri inceleyenler,

3. Felsefe eserlerini ve filozofları inceleyenler.
Şimdi «sanat eserlerini ve sanatçıları değerlendiren eleştiri metotları tanıtılacaktır.

Konusu sanat eseri olan eleştiriler, «sanat olayı»nı mey­dana getiren dört temel öğeye göre yapılır. Bunlar şunlardır:
1. Eser

2. Sanatçı
3. Okur

4. Toplum
Eleştiri metotları da bu dört öğeye bakış açılarına göre sı­nıflanır.

1. Esere dönük eleştiri metotları
2. Sanatçıya dönük eleştiri metotları
3. Okura dönük eleştiri metotları

4. Topluma dönük eleştiri metotları


1. Esere Dönük Eleştiri Metotları
Eseri kendi elemanlarıyla değerlendirme çalışmasıdır. Ese­rin olay örgüsü, kahramanları, bunların arasındaki çatışmalar, anlatım tekniği, sanatçının kullandığı semboller, imajlar de­ğerlendirilerek eserin yorumu ve açıklaması yapılır. Esere yö­nelik biyografik, «psikolojik, sosyolojik» ve tarihî çalışmalar eseri bir nebze açıklayabilir; ancak onun gerçek değerini ortaya koymazlar. Asıl olan metindir. Metin, duygu, düşünce, hayâl, olay, edebî sanatlar ve mecaz yönlerinden nasıl kurulmuş, yazar vermek istediğini verebilmiş mi, bu sorulara verilecek cevaplar, eserin gerçek değerini ortaya koyacak, okuyucusunun zevk al­masını sağlayacaktır.

Yapısal eleştiri de ayrı bir çalışma disiplini olan eleştiri metodudur. Bu metot dil bilimin verilerine dayanarak ge­liştirilmiştir. Özellikle eserin dil bakımından gösterdiği ye­nilikler, dil anlam ilişkisi; cümle, kelime grubu, kelime çeşidi yönlerinden eserin açıklanmasıdır. Bu çalışma, eserin dil bilgisi yönünden açıklaması değil; eseri oluşturan dil birliklerinin ne­leri anlattığını ve hangi anlam işlevinde kullanıldıklarını be­lirtir. Bu metoda göre, eser organik bir varlığa benzer. Eseri meydana getiren her birimin bütünün oluşumunda ayrı bir yeri vardır. Organizmayı meydana getiren birimlerden birisinin bo­zulması, organizmanın çalışmasını nasıl aksatırsa, ustalıkla ya­zılmış bir eserin parçalarından biri çıkarılırsa eserin bü­tünlüğünün de bozulması gerekir şeklinde düşünülür. Bu eleştiride amaç eseri kendi malzemesiyle değerlendirmektir. Bu malzemelerin, olay örgüsü, kişiler, zaman ve yer yönlerinden kendi içlerinde sınıflanması yapılır. Bunların kendi içlerindeki sistematiği bulunmaya çalışılır. Ayrılan bu birimlerin bir­birleriyle hangi ilişkiler içinde oldukları çözümlenir. Eserin «neden yazıldığı» değil; «nasıl yazıldığı» açıklanır.


2. Sanatçıya Dönük Eleştiri
Esere dönük eleştiride iki yön vardır. Bunlardan birincisi, eserden yazara gidiş, ikincisi yazardan esere gidiştir. Bu eleş­tirinin dayandığı temel fikir, «sanatçı ile sanat eseri arasında sü­rekli bir ilişki» vardır; bu ilişkinin boyutlarının belirtilmesi ese­rin gerçek değerini açıklar, gösterir.

Yazardan esere doğru gidişte, sanatçının «bio-psiko-sosyal» yönlerden değerlendirilmesi gerekir. Sanat eserinin iyi anlaşılıp değerlendirilmesi, sanatçının başından geçen olay­ların, içinde bulunduğu şartların, aile ortamının, okuduğu ki­tapların, gezip gördüğü yerlerin, aşklarının bilinmesiyle müm­kündür. Bu görüşe göre eserin anlam ve değeri, sanatçısının duygusal, ahlâkî ve fikrî gelişmesinin bilinmesiyle ay­dınlanabilir.
Eserden yazara doğru gidişte yazarın seçtiği konular, ki­şiler, zaman, yer imajları incelenerek yazarın kişiliği açık­lanmaya çalışılır. Sanatçı farkında olmadan esere kişiliğini yan­sıtır. Eserden kalkılarak yazarın «bilinç altı» dünyası değerlendirilir. Bu eleştiride «psikanaliz» metotlardan ya­rarlanılır
3. Okura Dönük Eleştiri


Bu eleştiriye izlenimci (empresyonist) eleştiri de denir. Eleştirmenin zevkine göre yapılan eleştiridir. Bu özelliği ile de­neme türüne benzer. Bu eleştirinin ölçütü, kuralı sadece eleş­tiricinin zevki, eğilimi, sezgi ve duygu gücüdür. Bu anlayışa 
göre eleştirici, «güzel şeylerden algıladığı izlenimleri, başka tarz ve yeni kalıplara döken kimse»dir.
4. Topluma Dönük Eleştiri


Bu eleştiri çeşidi eserin toplumsal öğeler bakımından de­ğerlendirilmesidir. Sanat eserinin toplumsal kuruluşlarla ya­kından ilgisi vardır. Sanatçılar kendi devirlerinin tarihî, top­lumsal ve hattâ ekonomik gerçeklerini ifade ederler. Çağlarını bu yönlerden yansıtırlar. Özellikle edebiyat, «toplumun, tarihin, ruhudur, özüdür, özetidir» görüşü benimsenmiştir. Topluma dönük eleştiriler öncelik verdikleri öğelere göre üçe ayrılabilir. Bunlardan;
Tarihî eleştiri; metodunu benimseyen eleştiriciler; sanat eserinin değerini eserin yazıldığı dönemin dünya görüşü, inanç­ları, sanat anlayışı, gelenekleri, bütün bunların ifadesi olan tarihî ve kültürel şartların bilinmesiyle açıklanması gerektiğini; o dönemle ilgili yapılacak araştırma ve incelemelerin eserin ger­çek değerini ortaya koyacağını savunurlar.

Sosyolojik eleştiri; metodunu benimseyenler de sanatın toplumsal çevrenin ürünü olduğunu, bu yüzden toplumsal de­ğişme ve gelişmelerin etkisi altında bulunduğunu, her yazarın toplumun bir üyesi olması bakımından sanat eserlerinin de top­lumsal bir «olgu» gibi değerlendirilmesi gerektiğini, sanat ol­gusunda da bir «determinizm» olduğunu bundan dolayı eleştiri metodunun bilimsel ölçülerde olması gerektiğini, edebî eseri açıklamak için onu doğuran toplumsal, coğrafî ve dönemindeki kültürel şartların iyi bilinmesi gerektiğini savunurlar.
Ekonomik eleştiriyi benimseyen eleştiriciler ise sanat olaylarının sebeplerinin ekonomik çatışma ve sınıf kavgası ol­duğunu, eserin estetik değil de politik ölçülere göre de­ğerlendirilmesi gerektiğini, politikaya hizmet etmeyen eserin faydasız, kusurlu ve zararlı olduğunu, eserin konusuna olaylara ve tezine göre değerlendirilmesi buna bağlı olarak kah­ramanların yönetici ve sömürücü sınıfa karşı çıkması, eserin toplumu politize etmesi gerektiğini savunurlar. Bu eleştiri me­toduna «Marksist eleştiri» adı da verilir.

Burada, en belirgin nitelikleriyle, sıralanmaya çalışılan eleştiri metotları dışında da, sanat ürünlerindeki değişme ve ge­lişmelere parelel olarak geliştirilmiş ve geliştirilmekte olan eleş­tiri metotları da vardır.
Bugün bir sanat eserinin gerçek değerini ortaya koymak için, birden fazla eleştiri metodu kullanılmaktadır. Bazen bir eleştirinin içinde metotlar birbirinin içine girmiş gibi gözükür. Esasen bir metodun içine hapsolmak, kuralların dışına çık­mamak eleştirinin özüne aykırıdır. Yalnız bir metot adına ya­pılan bir eleştirinin içinde bile, diğer eleştiri metodunun öğe­lerinin kullanıldığı görülür. Eseri iyilik, doğruluk, güzellik adına değerlendirerek, eserin hakikî değerini ortaya koyarak, in­sanlığı daha mükemmele götürmek amacıyla yapılan eleş­tirilerde her biri eserin ayrı bir gerçeğini ve güzelliğini ya­kalamaya çalışan değişik metotlardan yararlanmak kadar tabiî bir şey olamaz.

6. RÖPORTAJ
 

Röportaj haberden farklıdır. Haber, görüldüğü, duyulduğu gibi kısaca yazılırken, röportaj, yazarın gözlemine, anlayışına göre yeniden şekillenir. Yazar «haber»in dışında, «röportaj»ın içindedir.
Röportaj yazımında dikkat edilecek hususlar :

1. Yazar konu edeceği şeyi iyi gözlemeli, kökenini tanımalıdır.
2. Yazar görüp işittiklerini kendi anlayışına göre yeniden biçimlendi-
rebilmelidir.

3. Yazı, resimlerle desteklenmelidir.
4. Yazının giriş bölümü okuyucuyu şaşırtacak nitelikte olmalıdır.

5. Yazar kendi gözlem ve izlenimleri yanında o alanda bilgisi olan
kimselerin görüşlerini de kullanmalıdır.
 
Gazete ve dergi yazarlarının, herhangi bir olayı, eşyayı ya da yeri, kendi gözlem ve anlayışına göre değerlendirerek yazdıkları yazılara röportaj denir.
 
  Bugün 1 ziyaretçi (1 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol